david hume etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
david hume etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2025 Cumartesi

David Hume



 



David Hume (1711-1776) (65 YIL)

 

David Hume: Aydınlanma Çağı’nın Skeptik Düşünürü ve Modern Felsefeye Etkileri

 

David Hume (1711-1776), İskoç Aydınlanması’nın en özgün ve etkili filozoflarından biri olarak kabul edilir. Deneycilik, şüphecilik ve insan doğasına dair analizleriyle, felsefe tarihinde kalıcı bir iz bırakan Hume, Kant’tan Nietzsche’ye, hatta modern bilim felsefesine kadar geniş bir alanda düşünürleri etkilemiştir. Bu yazıda, Hume’un temel fikirlerini, eserlerini, hayatını ve günümüzdeki önemini detaylı bir şekilde ele alacağız.

 


 

David Hume’un Hayatı ve Çocukluğu: Bir Filozofun İzleri

 

David Hume, 18. yüzyılın en parlak zihinlerinden biri olarak kabul edilse de, onun düşüncelerinin temelinde yatan kişisel deneyimler ve erken dönem yaşantıları genellikle az bilinir. İskoç Aydınlanması’nın bu özgün filozofunun hayatı, mütevazı bir başlangıçtan felsefi bir devrime uzanan bir yolculuğu anlatır. İşte Hume’un çocukluğu ve yaşam öyküsünün detayları…

 

 

Erken Yıllar: Edinburgh’da Bir Çocuk (1711-1723)

 

David Hume, 7 Mayıs 1711’de İskoçya’nın Edinburgh kentinde, Ninewells Malikanesi’nde dünyaya geldi. Ailesi, toprak sahibi ancak aristokrat olmayan bir sınıfa mensuptu. Babası Joseph Home (Hume, soyadını sonradan İngilizce telaffuza uygun hale getirdi), avukat ve küçük bir toprak sahibiydi. Annesi Katherine Falconer ise, hukukçu bir aileden geliyordu ve Hume’un entelektüel merakını besleyen figürlerden biri olacaktı.

 

Hume, henüz iki yaşındayken babasını kaybetti. Bu kayıp, ailenin maddi durumunu zorlaştırdı ve annesi Katherine’in, çocuklarını (David, kardeşi John ve kız kardeşi Katherine) tek başına büyütmesini gerektirdi. Katherine, Presbiteryen inancına sıkı sıkıya bağlıydı ve Hume’un erken dini eğitiminde etkili oldu. Ancak genç David, annesinin dindar yaklaşımından çok, kütüphanedeki klasik metinlere ve tarih kitaplarına ilgi duyuyordu.


 

Eğitim Yılları: Edinburgh Üniversitesi’nde Bir Dahinin Doğuşu

 

Hume, 1723’te (henüz 12 yaşındayken!) Edinburgh Üniversitesi’ne kaydoldu. Bu erken başlangıç, o dönemde İskoçya’da yaygın bir uygulamaydı. Üniversitede hukuk eğitimi alması bekleniyordu, ancak o, Cicero ve Virgilius gibi antik yazarlara duyduğu tutkuyla felsefe ve edebiyata yöneldi. Üniversite kayıtlarına göre, “hukuk öğrencisi” olarak geçse de, derslerden çok kütüphanede zaman geçiriyor, John Locke ve Isaac Newton’un eserlerini okuyordu.

Bu dönemde, dini inançlarına dair ilk şüpheler belirmeye başladı. Presbiteryen kilisesinin katı doktrinlerini sorgulayan genç Hume, kilise yetkilileri tarafından “ateist” olarak etiketlenme riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu, onun ileride din eleştirisini nasıl ustalıkla kaleme alacağının erken bir işaretiydi.


Gençlik ve Bunalım: “Öğrenilmiş Hastalık”

 

1726’da, henüz 15 yaşındayken üniversiteden ayrıldı. Ailesi, onun avukat olmasını istiyordu, ancak Hume hukuk yerine felsefe ve edebiyat peşinde koşmayı tercih etti. 1729’da, 18 yaşına geldiğinde, yoğun bir entelektüel krize girdi. Kendi deyimiyle, “öğrenilmiş hastalık” (disease of the learned) olarak adlandırdığı bu dönemde, aşırı okuma ve düşünme nedeniyle fiziksel ve zihinsel olarak çöktü.

Bu bunalım, onun yaşam tarzını değiştirmesine neden oldu. Tıp kitaplarında önerilen “aktif yaşam” reçetesini uygulayarak, ticaretle uğraşmak için Bristol’a gitti. Ancak bu macera kısa sürdü. 1734’te, Fransa’nın La Flèche kasabasına (Descartes’ın da eğitim aldığı Cizvit kolejinin bulunduğu yere) yerleşti ve burada hayatının en önemli eseri olan A Treatise of Human Nature’ı yazmaya başladı.


 

Çocukluğunun Felsefesine Yansımaları

 

Hume’un çocukluğu ve gençliği, felsefi sisteminde iz bırakan unsurlarla doludur:

 

1.        Yalnızlık ve Özgür Düşünce: Babasız büyümesi ve annesinin otoriter dindarlığı, onun geleneksel otoritelere şüpheyle yaklaşmasını sağladı.

2.        Erken Okuma Tutkusu: Antik filozoflar ve Aydınlanma düşünürleriyle erken tanışıklığı, deneyci bakış açısını besledi.

3.        Maddi Zorluklar: Ailesinin finansal sıkıntıları, Hume’u eserlerini popüler bir dille yazmaya itti. A Treatise’ın akademik başarısızlığından sonra, daha anlaşılır denemeler kaleme alması bu pragmatizmin sonucuydu.

 

 


Hume’un Felsefi Temelleri: Deneycilik ve Şüphecilik

 

Hume, John Locke ve George Berkeley’in izinden giderek deneycilik (empirisizm) geleneğini radikal bir noktaya taşımıştır. Ona göre tüm bilgimiz duyumlar ve deneyimlerden kaynaklanır. Bu görüşü A Treatise of Human Nature (1739-40) adlı eserinde sistematik bir şekilde ortaya koyar. Hume, zihnimizdeki her fikrin (“idea”) kökeninin bir “izlenim” (impression) olduğunu savunur. Örneğin, “ateş” fikri, ateşe dokunduğumuzda hissettiğimiz sıcaklık izleniminden türemiştir. Ancak buradan hareketle, nedensellik gibi soyut kavramların bile deneyimle sınırlı olduğunu iddia eder.

Hume’un şüpheciliği, nedensellik kavramını sorgulamasında belirginleşir. Ona göre, iki olayın ardışık gerçekleşmesi (örneğin, bir topun diğerine çarpması ve ikincisinin hareket etmesi), aralarında zorunlu bir nedensel bağ olduğunu kanıtlamaz. Bu yalnızca bir alışkanlık (custom) eseridir: Beynimiz, olayları birbirine bağlamaya programlanmıştır, ancak bu bağın metafizik bir temeli yoktur. Bu argüman, bilimsel yasaların bile mutlak olmadığına dair modern tartışmalara zemin hazırlamıştır.


Ahlak Felsefesi: Duyguların Zaferi

Hume, ahlak anlayışını da deneyimci temeller üzerine inşa eder. An Enquiry Concerning the Principles of Morals (1751) adlı eserinde, ahlaki yargılarımızın duygulara (passions) dayandığını savunur. Ona göre, “Akıl, tutkuların kölesidir” sözüyle özetlenebilecek bir yaklaşım benimser: Ahlaki kararlarımız, soğuk bir rasyonaliteden değil, sempati ve toplumsal fayda gibi duygusal tepkilerden doğar.

Ayrıca, Hume’un ünlü olması-gereklilik (is-ought) problemi, ahlak felsefesinde devrim yaratmıştır.

 

A Treatise’ta şöyle der:

“Birçok yazar… birdenbire ‘olduğu’ ve ‘olması gerektiği’ ifadeleri arasında geçiş yapar… Bu değişimin nasıl gerçekleştiğini açıklamalıdır.”

Bu pasaj, ahlaki önermelerin betimleyici (descriptive) olgulardan türetilemeyeceğini vurgulayarak, doğalcı yanılgı (naturalistic fallacy) kavramının temelini oluşturur. Günümüzde bu argüman, etikteki objektiflik tartışmalarında hâlâ merkezi bir rol oynar.


Din ve Mucizeler: Eleştirel Yaklaşım

Hume, dini inancı da şüpheci bir mercekten ele alır. Dialogues Concerning Natural Religion (1779) adlı eserinde, doğal din argümanlarını (örneğin, tasarım argümanı) sistematik olarak çürütmeye çalışır. Mucizelerin varlığına dair şüpheci yaklaşımı ise An Enquiry Concerning Human Understanding’de (1748) netleşir:

“Mucize, doğa yasalarının ihlalidir… Ancak insan tanıklığı hataya açıktır. Dolayısıyla, bir mucizeyi kanıtlamak için kullanılabilecek hiçbir tanıklık yeterli değildir.”

Bu görüş, din ile bilim arasındaki gerilimi yansıtır ve modern ateizm tartışmalarında sıklıkla referans alınır.


 


 

Hume’un Yetişkinliği ve Mirası: Kant’tan Post-Modernizme

 

Hume’un felsefesi, özellikle Immanuel Kant üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Kant, Prolegomena’da (1783) Hume’un nedensellik eleştirisinin kendisini “dogmatik uykusundan uyandırdığını” itiraf eder. Benzer şekilde, 20. yüzyılın mantıkçı empiristleri (örneğin, A.J. Ayer) ve Karl Popper gibi bilim filozofları, Hume’un tümevarım problemine getirdiği eleştirilerden etkilenmiştir.

Post-modern düşüncede ise, Hume’un “ben” kavramına dair eleştirisi dikkat çeker. A Treatise’ta, benliğin sabit bir töz değil, “izlenimler demeti” (bundle theory) olduğunu savunması, kimlik ve özne kavramlarını yeniden düşünmeye zorlar. Bu fikir, Jacques Derrida gibi düşünürlerin metinlerinde bile yankı bulur.

 

Hume, hayatının ilerleyen dönemlerinde diplomat, kütüphaneci ve tarihçi olarak çalıştı. İngiltere Tarihi adlı eseri, dönemin en popüler tarih kitaplarından biri oldu. Ancak çocukluğundan beri taşıdığı şüpheci yaklaşım, onu kilise ve akademik çevrelerle çatışmaya sürükledi. Edinburgh Üniversitesi’nde öğretim üyeliği pozisyonu, “ateist” olduğu gerekçesiyle reddedildi.

1776’da, bağırsak kanseri nedeniyle öldüğünde, arkadaşı Adam Smith’in deyişiyle, “tam bir felsefi sükunet” içindeydi.

 

Mezar taşında yazanlar, onun mütevazı karakterini yansıtır:

 

“Doğum Tarihi: 1711 – Ölüm Tarihi: 1776. Yazılarımın gelecek nesillerin dikkatine sunulmasını bırakıyorum.”

 


Peki Neden Hume Hâlâ Önemli?

 

David Hume, insan bilgisinin sınırlarını çizme çabasıyla, hem felsefede hem de gündelik yaşamda karşılaştığımız dogmalara karşı eleştirel bir tavır geliştirmiştir. Din, bilim, ahlak ve siyaset gibi alanlarda sorgulayıcı yaklaşımı, modern dünyanın karmaşık sorularına ışık tutmaya devam ediyor. Özellikle “hakikat sonrası” (post-truth) çağda, Hume’un şüpheciliği, bilgi kaynaklarımızı yeniden değerlendirmemiz için bir rehber niteliğinde.


 


 

Toplayacak olursak David Hume’un çocukluğu, bir dâhinin nasıl şekillendiğine dair ipuçları verir: Erken kayıplar, yoğun entelektüel merak ve toplumsal normlara meydan okuma isteği… Onun hayatı, felsefenin yalnızca akademik bir disiplin değil, insan deneyiminin bir yansıması olduğunu hatırlatır.

 


 

Kaynaklar:

·       Hume, D. (1739-40). A Treatise of Human Nature.

·       Hume, D. (1748). An Enquiry Concerning Human Understanding.

·       Hume, D. (1779). Dialogues Concerning Natural Religion.

·       Mossner, E. C. (2001). The Life of David Hume. Oxford University Press.

·       Hume, D. (1777). My Own Life (Otobiyografik Deneme).

·       Stanford Encyclopedia of Philosophy. “David Hume: Life and Works.”

·       Harris, J. (2015). Hume: An Intellectual Biography. Cambridge University Press.


Merkür

  Merkür:        Güneş’in Sırdaşıyla Bir Gün Bu blogumuzda sizlerle Güneş Sistemi’nin en hızlı, en küçük ve en gizem...